Sunday, May 13, 2018

Mavi

Saçındaki maviyle başladı galiba her şey. 
Renksiz bir hayatın ortasına çizilmiş bir çizgi, mavi bir iz. Sonra gökyüzünün mavi olduğunu hatırlattı. Baktığı, söylediği, dokunduğu her şeye biraz mavi bulaştırıyordu zaten. Denizlerin maviliğinden gökyüzüne, yerden göğe bütün hayatımı boyadı bir kaç cümlesiyle. Mavi... Her şey mavi oldu.

Grinin, biz her şeyden vazgeçenlerin bildiği, tonlarının içinden mavinin umut dolu kokusunu almaya başladım. 
Umut, mutluluk, huzur bunlar his değildi artık, mavinin tonlarıydı sadece. 
İyi şeyler sadece biraz daha mavi, kötü şeyler biraz daha az maviydi sadece. 
Geçmişini, kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutmak da maviydi mesela artık. 
Bembeyaz bulutlara odaklanmışken hayatım boyunca artık gökyüzünün mavisi vardı karşımda. Bulutlar hala vardı elbette ama onlar artık önemsizdi. Önemli olan maviydi. 
Dört kıta gezip mavinin her tonunu gördüğümden emin olduğum bir sırada mavi renk olmaktan çıkıvermişti işte. 
Mavi artık bir duyguydu. 
Tadı vardı mesela mavinin artık.
Deniz kıyısında uzun bir yürüşün tadı.
Ormana bakarak karşılanan bir sabahın tadı. 
Sesi de olmuştu mavinin. Kuş sesleri mesela, yeni günün habercisi kuş sesleri maviydi. 
Onun sesindeydi mavinin çoğu zaten. Sevindiğinde mesela, çok mutlu olduğunda. Yarın olmayacakmış kadar mutlu olduğunda yine maviyi duyuyordum. 
Adımları maviye boyadı hayatımın tamamını. Bana doğru attığı her adımda biraz daha mavi, bir daha mavi, bir adım daha mavi. 
Hayallerin rengiydi zaten mavi. Dolu bir mavi, kendine güvenen bir mavi. Onun gibi biraz. Ben tek siz hepiniz deme cesaretine sahip bir mavi. 
Mavi bir renk olmaktan çıkıp bir duygu oldu aylar önce. Ufuk çizgisinde denizin mavisiyle gökyüzünün mavisinin el ele tutuştuğu çizgi eskisi kadar uzak gelmiyordu. Uzansam, uzanmama bile gerek olmadan, elimi kaldırsam dokunabilirmişim gibi gelmeye başladı. Dünya küçüldü, hayaller büyüdü. Dünyayı avucunun içinde taşıyabişlen biriyle tanıştığınızda anlayabiliyorsunuz bütün bunları. Dünya aslında küçük, biz büyütüyoruz. Kendimize göre bir dünya büyütüyoruz yıllar boyunca. Biz büyüdükçe büyüyor dünya. Kendimize göre bir dünya. Kendi korkularımızın gecelerini yaşadığımız, başarısızlıklarımızın kışlarını atlattığımız, hayal kırıklıkların fırtınalarında gezdiğimiz bir dünyamız oluyor. Aynı zamanda da kendi umutlarımızın baharlarını karşıladığımız, kendi sevinçlerimizin güneşinin doğduğu, kendi hayallerimizin denizlerine yelken açtığımız bir dünyamız oluyor. Çoğu zaman fark etmiyoruz bile bunu kendimize yaptığımızı. Çoğu zaman başkalarının hayallerinin denizlerinin dalgalarıyla boğuşarak geçiyor ömrümüz. Başkalarının gecelerinin güneş batışlarını seyrediyoruz. Başka hayallerin güneşlerinin bizi ısıtmasını bekliyoruz. 
Çok yazık. 
Yazık bir hayatımız oluyor aslında. Benimki gibi binlerce hayatın geçtiğini gördüm. Benimki de öyle bitecekti galiba. 
Gelip avucundaki küçücük dünyayı gösterene kadar. 
Birlikte büyütebileceğimiz bir dünya. Bir hayat. 
Bir ömre kaç hayat sığar? 
Meğer istediğimiz kadar sığarmış. 
Her gün yeni bir başlangıç, her an durup çiçekleri koklayabilecek bir fırsatmış. Bunu anlamak için önce maviye boyamak lazımmış her şeyi. Kırlangıcın kanadından, ağaçların dallarına, yapabiliyorsak güneşi bile. Mavi olduktan sonra umutlar da bitmiyormuş, gelecek de. 
Mutlu olmak... Mutlu olmak bir şeyin bizi mutlu etmesini beklememek kadar kolaymış meğer. Mutluluk içimizde, açmayı bekleyen bir çiçek gibiymiş. Çiçeklerin baharın gelmesini beklediği gibi bizim onu yeşertmemizi bekliyormuş. Ne kolaymış mutlu olmak. Güneşin biraz parlaması, güzel bir ses, kısa bir yürüyüş, mutluluk bunların içindeymiş meğer başından beri. 
Sadece biraz mavi eksikmiş. Onunla gelen maviden birazını çalıp hayatımın tamamını boyayabildim mesela. 
Güzel renkmiş mavi. 
Güzel mutlulukmuş mavi. 
Güzel umutmuş mavi. 
Güzelmiş mavi. 




Tuesday, May 1, 2018

Alesta Tramola

"Alesta tramola"; "Tramolaya hazır ol!" demekmiş.
Onun sesinden duyunca şiir gibi geliyor zaten her şey ama bu önemli...

Tramola'nın yelkencilikte önemli bir yeri var ve önemli bir problemin çözümüymüş aslında.

Yelkenli teknelerin rüzgarla hareket ettiğini biliyoruz. Rüzgarı yelkenlerine dolduruyor ve gidiyor. Peki rüzgar karşıdan geliyorsa ve bizim gitmemiz gereken yer de o "karşısı" ise ne yapmak gerekir?
İşte tramola tam bu noktada hayatımıza giriyor.
Bakınız şekil 1-A:

Rüzgar tam karşımızdan geldiği için o yöne gitmemiz bu durumda imkansız hale geliyor.

Bahriye Wiki tramolayı "Yelkenle seyirde rüzgarın bir kontradan diğer kontraya önce pruvanın geçmesi ile yapılan dönüş." olarak açıklamış (burada), bunu okuyunca tam olarak neden söz edildiğini anlamak kolay değil.

Rüzgara karşı ilerleyebilmek için teknenin orsa seyri olarak adlandırılan rüzgarı alabildiği en dar açıdan alarak seyretmesi gerekir. Benim "rüzgar alabildiği" olarak adlandırdığım şey aslında minimum düzeyde yelkenleri doldurabilecek ve tekneyi hareket ettirebilecek açıyla rüzgarı karşılamaktır. Literatürde bu açının 45 derece olarak geçtiğini gördüm. 45 derece açı örneğinden gidersek aşağıdaki şemalar bize durumu açıklayabilir.


Tekne 1 numaralı konumda; rüzgar tam karşıdan geldiği için o yöne gidemiyoruz.

Bu durumda orsa seyrine geçmek için teknenin rüzgarı 45 derece ile karşılamasını sağlayıp 2 numaralı konuma getiriyoruz (aşağıda)
2 numaralı konumda tekne hareket edebiliyor ve bir süre bu şekilde ilerleyebiliyoruz. Bir süre bu şekilde ilerledikten sonra, görüldüğü gibi, aslında gitmek istediğimiz yerle hiç alakası olmayan bir yere doğru gidiyoruz. Bu durumda hedefimize varabilmek için bir manevra yapılması gerekiyor.
Yine şemadan ilerlersek, teknemiz 3 numaralı konuma geldi. Burası "alesta tramola!" duyabileceğiniz nokta.



Tramola rüzgarı teknenin diğer tarafından alarak yönünü değişmek için yapılan manevra. 4 numaralı konuma geldiğimizde tramola yapıldı ve tekne, yine rüzgarın estiği yönde ama farklı bir açıyla seyir ediyor (aşağıda).

 Tramola ile rüzgarın estiği yönde ilerlemek mümkün oluyor.


Basit ama işe yarayan bir yöntem...



Monday, April 30, 2018

Terimler... terimler...

"Peki... baş istralya neydi?" dedi bir marinada yürürken... Kendine has bilmiş ifadesinden bunun kolay bir soru olmadığını anlamam gerekirdi. Bir şeyler geveledim diye hatırlıyorum... insan sevdiğine "bilmiyorum" diyemiyor öyle kolay kolay.

"İstralya"... O zamana kadar duymadığım bir kelime, zaten tekne ve denizden söz ederken kullandığı kelimelerin çoğunu daha önce duymamıştım. "Ana yelken" veya "vinç" gibi bazı kelimeler vardı tabi aklımda ama bazıları sandığım gibi kullanılmıyordu, diğerleri ise adamakıllı seyir yapmam için yeterli değildi.

Anladım ki deniz olacaksa, tekne olacaksa hele seyir olacaksa hiç değilse neyin ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu.

"İstralya" için Türk Dili Kurumu Sözlüğü "Gemide direk ve çubukları baş tarafından yani burundan tutan halat" diyor... Hiç yardımcı olmadı sanki?
Teknenin direğini tutan halatlara "istralya" deniyormuş ve bir önde (baş) bir de arkada (kıç) olurmuş, bakınız şekil 1-A
teknenin istralyaları


Bu konuda araştırma yaparken durumun sandığımdan çok daha vahim olduğunu aşağıdaki görselle anladım. Deniz Kuvvetlerinin "Bahriye Wiki" olarak yayınladığı sayfada "bizim" (denizci olmayanlar) "çapa" olarak bildiğimiz şeyin bile bileşenleri olduğunu ve bu bileşenlerin farklı isimleri olduğunu gördüm...

Bunları öğrenmek gerekecek...

Mavi

Saçındaki maviyle başladı galiba her şey.  Renksiz bir hayatın ortasına çizilmiş bir çizgi, mavi bir iz. Sonra gökyüzünün mavi olduğunu h...